örgü

Karanlığın derin odasında kendi iç aynama çekinmeden bakıyorum. Salgının boşalttığı bir sokak gibi bomboş bir meydanda rüyalarımdan yontulan bir ben var orada. Masalların ilk cümlelerinde geçen gerçeğe yakın güzel yalanların büyüsüne kapılırcasına tüm cesaretim hayır tüm teslimiyetim ile yazmıştım oysa yazılması gerekeni. İnceldiği yerden kopmakta nazlanan ipin desteğe ihtiyacı vardı, çektim ipi ve kaderin cilvesini.

Şimdi neye yanmaktayız? Üstümüze dökülen yıldızlı gecenin hangi deminde hülyalara dalan bir karıncanın hangi umuduyuz? Garipsenen satırların bir eşik gibi ezildiği bir çağda kime hangi sözümüzle bir güven vaadimiz olabilir?

Saçlarıma düşen ak telleri şerefimle ördüm.

Kuşlarım benden razı mıdır?

gönül yükü.

Kuşlarımın uyuduğu, gönlümün uyumadığı bir vakitten geçiyorum. gönül yorgunluğu insanlara has bir duygu olmalı.. kuşlarımın uykusunu en fazla açlık ve korku kaçırabilir herhalde.

„Gönül yükü“ – bu şekilde tarif etmişti sevdiğim bir insan bu ruh halini. her insanın bir gönül yükü var, değil mi. kimisi yükünü bir yerlerde bırakmayı başarır, kimisi ise o yükün ağırlığı ile hayatına devam etmeye çalışır. kimisi ise ezilir. omuzdaki yükün de ötesinde tüm vücudu kaplayan bir şeye dönüşür çünkü.

Işığımız da karanlığımız da içimizde. ve kendi iç penceremizden dış dünyaya bakıyoruz. iç penceremi inciten her şeye ve herkese biraz dargınım sanırım. oysa: bunu da aşmak lazım, çünkü dünya fani. ve o gönül mahzeninde biriken acılar, sevinçler, sevgi ve ümitler ile başka bir aleme göçeceğiz. değil mi. evet.

peki. iyi geceler. hayırlı kandiller.

kalacak yerim

vakit: gece.

geldik mi yine buraya? geldik.

dinmeyen acılara blöf yaptıklarını hatırlatmak için buradayız artık. ne dem bâki, ne gam bâki demiş ya büyüklerimiz, o mesele. bugün çok çalışmaktan başka bir şeye vakit bulamadım. bundan bir sene evvel çalışamamaktan hiçbir şeye vakit bulamıyordum. paradigmalar değişmiş gibi görünse de, esasen temelinde aynı şeyler yaşandı. bunu kime nasıl anlatabilirim? uzun hikaye..

belki ruhumuzun en derinlerinde, insanlığın en minik parçacıkları olarak, yani bir insan olarak içten içe arzuladığımız şey budur: kendimizi ve hikayemizi bir güzel kula anlatabilmek ve anlaşılmak. yorulmadan. hatta dinlenerek. bunu, bizi bizden daha iyi anlayan bir Yaratıcının olduğu bir dünyada neden hâla istiyoruz anlamış değilim gerçi, ama teorim bu yönde. bilmem siz ne düşünürsünüz, sayın okur?

yıllardır yazıyorum. anlatmak için. kendime ve dinlemek isteyene. dinlenmek istenmediğim yerden uzaklaşan bir ruhum var. bunun adı onur mu, kuş ürkekliği mi yahut başka bir şey mi, onu da bilemedim.

tek bildiğim: isteyen kalır. ve „lütfen kal“ der. ötesi hep hayal.

yine gelirim..

„garip“

Saatler geriye alındı. Kış uygulaması. Penceremden bakınca yakındaki dev otelin üstünde uçan kuş sürüsünü görüyorum. Büyük ihtimalle karga.

Yazdıklarımı garip buluyor bazı bir takım insanlar. Yapacak bir şey yok. Sevdiğim saydığım bir kişinin „garipleri severim“ sözüne tutunuyorum sadece..

Zaman ile kaderin elimizde olmadığına iman ettiğim günden beri alnıma yazılan acılara daha sabırlı bir şekilde göğüs geriyorum. Şükretmek insanı hür kılar. Şükredenlerden olmak istiyorum.

Güneş batınca durgunlaşıyor kuşlarım. Güneşle birlikte onlar da dönüyor kendi içlerine. Böyledir düzen: Batmadan doğulmaz. Uyumadan uyanılmaz. Ve incinmeden, incitmenin ne demek olduğu idrak edilmez..

bir takım garip şeyler işte.