Yeryüzünün mescit kılınması gibi

Her yıl yeniden, bir kez daha yani, tekrar ve tekrar Şükür ayı kapımızı tıkladığında, ve her gelişinde bereketini bolca getirdiğinde biz her yıl yeniden, bir kez daha yani, tekar ve tekrar onu Gönderene şükrediyoruz. Evet, aslına bakarsanız, Berlin‘de yaşıyor olmamız pek bir şeyi değiştirmiyor. Yeryüzünün mescit kılınması gibi, aynı şekilde buraların da Ramazanın bereketiyle şenlenmesi sizce de gayet doğal değil mi?

Ramazan denince aklıma gelen ilk şeylerden biri anne babamın her sene büyük bir özlenle uzun bir istişare sonucu hazırladığı davetiye listesidir. Her Ramazanda, üzerine tarih atılan ve altına davet edileceklerin ismi bazen de telefon numarası yazılan bir listedir bu. Ve nedense bu liste hep anneme teslim edilir. Ve nedense annem bu listeyi hep mutfak dolaplarının birinde saklar. Mutfak dedim de, Ramazan denince aklıma gelen ikinci şeylerden biri geceden hazırlanmış baklavadır. Mucizevi bir şekilde tuzu mükemmel denecek kadar güzel tutturan oruçlu kadınlardır. Ezan saati dediğimiz, sesi ve makamı isteğe göre ayarlanabilen bir gri kutudan ya da -ev sahibinin çanağı var ise- televizyon dediğimiz bir kara kutudan işitilen Ezan-ı Muhammediye’nin her tarafta yankılanmasıyla birlikte mutfaktaki telaşın maksimuma ulaşmasıdır. Teravih her yerde teravihtir. Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi burada da vakit namazlarında dolmayan camiler Ramazan boyunca fulldür. Tek fark vardır: Buradaki camiler öyle dışarıdan pekte camiye benzemezler. Genelde sokakların arka cephelerindedirler. Şayet ön cephe uzun bir uğraş sonucu nihayet kapılabilmişse de, caminin minare ve kubbesi yoktur. Buna rağmen bilinir: burası camidir, bin şahide gerek yoktur. Mekanlara ruh katmak diye bir olgu varsa eğer, bunu kesinlikle bu binalar için söyleyebiliriz. Bir zamanlar herhangi bir fabrikaya depo olarak yarayan duvar ve çatıya bir ruh gelmiştir. Orası artık yüce Allah‘ın evidir. Yeryüzünün mescit kılınması gibi, aynı şekilde buraların da Allah‘ın rahmetiyle ruhlanması sizce de gayet doğal değil mi?

Ramazan denince aklıma gelen ve küçüklüğümden beri hasretini çektiğim bir şey var. Hayır hayır, iftar yaklaşıncaki trafik sıkışıklığından söz etmiyorum. Hani Ramazanın olmazsa olmazlarından olan mahyalar vardır ya, işte onlar burada yoktur. Oysa Berlin‘de yaşayan müslümanlar da akşam vakti dışarı çıktıklarında gökyüzüne yazılmış bir „Hoşgeldin onbir ayın sultanı“nı okuyabilmeyi ne çok istemektedir. Mahyanın ne olduğunu ufak çocuklara açıklamak işte bu yüzden zordur. Ama hayal güçleri vardır ya çok şükür, ya da hayal gücüne pek fırsat tanımayan televizyon ekranı. Oradan gösterilir „Bak yavrum, işte bu mahya!“ denir.

Geçen seneydi. Ramazandı. Teravihe gidişimdi. Mescide çıkan basamaklara varmadan önceki şaşkınlığımdı. Belki biraz gülünçtü. Hayır biraz değil, çok gülünçtü. Ama buna rağmen orada bir şey vardı. Orada olmak isteyen bir şey. Bir telafinin çabası. Belki de bir ilk adım. Üzerinde iri siyah harflerle „Hosgeldin onbir ayin sultani“ yazan bir beyaz tabela caminin girişine asılmış, bu “mahya”nın ışıklandırması ise tabelanın etrafına sarılan neon kablo ile sağlanmıştı. Çok gülünçtü. Çok çok gülünçtü. Ama güzeldi.

Yeryüzünün mescit kılınması gibi, aynı şekilde buraların da Ramazanda güzelleşmesi sizce de gayet doğal değil mi?

Bismi Hû

Kuru fasulyelerin pişmesini beklerken „gel bizi as“ diye avaz avaz bağıran vernellenmiş çamaşırları da asabilirdim aslında. Ya da başka başka işler de yapabilirdim. Ama ben düşündüm taşındım, onun yerine bu bloğu açmayı tercih ettim (merak etmeyin birazdan gidip çamaşırları asacağım).

Sonuncusu olmasını umud ettiğim bu blog dilerim ki, hayırlara vesile olur..