susturan acı.

– Nasılsın?

– İzlediğim bir belgeselde ingiliz yazar Oscar Wilde’ın trajik hayat hikayesi ile karşılaştım. Bir dönem yıldızı parlayan, prestijli bir hayatı olan, para içinde sefa süren Wilde, bu bolluğun doruk noktasında eşcinselliğini bir miktar açıktan yaşamaya başlar, belki de şöhretine güvenir, bu durumu fazlaca gizli tutmak için çaba göstermez. O zamanlar ingilterede eşcinsellik suçtur ve Oscar Wilde mahkemelik olur. Bir kaç duruşmadan sonra nihayet hapis cezasına çarptırılır. Bu esnada (yanlış hatırlamıyorsam) karısından boşanmamıştır ve karısı kendisini bir gün hapishanede ziyaret eder: gördüğü kişi artık aşina olduğu Oscar Wilde olmaktan çıkmıştır. Perişan biridir, sanki bir başkasıdır. Dört duvar arasında, bazen tekli hücrede delirmemek için çok bocalar Oscar Wilde ve bir kaç sene sonra hapishaneden çıktığında hasta, suskun, kırgın, içine kapanık ve yazamayan biridir. Eski neşeli ve şaşalı günlerinden hiçbir eser kalmamıştır. Ülkeyi terk edip, acı çektiği hapishaneyi konu alan son bir şiir yazar, bir süre sonra sefalet ve yalnızlık içinde ölür.

Bütün bunları neden anlatıyorum? Meşhur bildiğimiz, tarihe gerek eserleriyle gerek kişilikleriyle iz bırakan hiçbir insanın hayatı esasen özenilesi değildir. Şu an hemen hemen her kitapçıda bulabileceğimiz bir romanın yazarı, ömründe birşeylerin bedelini ödemiş, acı bir şekilde bu hayata veda etmiş olabilir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Ve kimse içinde bulunduğu duruma güvenip kendine bir akibet, bir ideal ölüm şekli tasarlayamaz. Zaman gizemlidir. İçinde sakladığı acı tatlı tüm sürprizler vakti gelince bizi bulacaktır, fakat bizler o geleceğin içindeki gerçeklerden bihaber ve gafil bir halde planlar kurarız. Sence de pek cahil değil miyiz?

Hinterlasse einen Kommentar